Bağ Mildiyö Hastalığı (Plasmopara viticola)
Plasmopara viticola – Bağda Mildiyö hastalığının tasviri
Hastalık hakkında genel bilgi:
Bağ mildiyösü asmanın vejetatif gelişme dönemi sırasında ılık ve yağışlı geçen iklime sahip bölgelerde görülen bir hastalıktır. İlkbahar ve yaz aylarında yağışsız bir iklime sahip yerlerde veya yıllarda hastalık görülmez. Bunun yanında ilkbaharı serin geçen kuzey bölge bağlarında da hastalık görülmez.
Bağ mildiyösü Avrupa kıtasında ilk kez 1878 yılında görülmüştür. Avrupa’da yaygın bir biçimde zarar yapan filoksera ile mücadele etmek için, Kuzey Amerika’dan Fransa’ya getirilen dayanıklı anaçlar üzerinde hastalık etmeni de gelmiş ve iklim koşullarının uygunluğu sayesinde hızla yayılarak 1880 yılında Orta Avrupa, 1881 yılında ise bazı Akdeniz ülkelerinin bağlarına kadar bulaşmıştır.
Ülkemizde durumu…
Hastalık ülkemizde ilk kez 1901 yılında İstanbul civarındaki bağlarda görülmüş ve 1931 yılında Aydın, Nazilli ve Söke’de %80 oranında zarara yol açmıştır. Aynı yılın Haziran ayında hastalığın Urla İzmir’de %90 oranında yaygın olduğu belirtilmiştir. Daha sonraları 1940 yılında hastalığa yakalanma oranının Manisa’da %70, Ege’nin güney illerinde ise %80 olduğu saptanmıştı. Mayıs ve Haziran ayları yağışlı geçen 1960 yılında ise Ege Bölgesi’nde hastalığın yaygınlık oranı %60 olmuştur. Ancak son 25-30 yılda hastalık bu bölgemizde eskisi gibi yaygın değildir.
Burada üreticilerin titizlikle uyguladığı ilaçlamaların etkisi olduğu kuşkusuzdur. Ayrıca iklim koşulları da hastalığın çıkışı için yardımcı olmamaktadır. Nisan ve Mayıs ayları oldukça yağışlı geçen 1991 yılında dahi (42 yıllık ortalama 43.3 ve 4.8 mm, 1991 yılında 58.8 ve 105.3 mm) hastalık Ege Bölgesi’nde kayda değer bir oranda çıkmamıştır. Bu da etmenin inokulum kaynağının azalmış olduğuna işaret etmektedir. Ancak uygun yılların arka arkaya gelmesi ile hastalığın eski önemine tekrar kavuşması mümkündür.
Hastalık Karadeniz Bölgesi’nde her yıl görülebilir. Ancak bu bölgedeki bağcılık önemli olmadığı için hastalığın ekonomik bir zararı söz konusu değildir. Orta Anadolu’da nehir kıyıları gibi nemli yerlerde hastalık görülebilmektedir. Ancak ilaçlama yapmaya gerek yoktur. Güneydoğu Anadolu’da da hastalık önemli değildir. Buna karşılık Akdeniz ve özellikle Marmara Bölgesi’nde hastalık çıkış şansı, Ege Bölgesi’nde olduğu gibi vardır.
Görüldüğü gibi, Mildiyö yurdumuzda bağ yetiştirilen hemen her yerde görülen ve zaman zaman ekonomik önemde kayba yol açabilen bir hasalıktır. Hastalık ülkemiz bağcıları arasında “pronos” veya “pornoz” olarak bilinir ve telaffuz edilir.
Hastalık belirtileri nelerdir ?
Mildiyö asmanın yeşil olan tüm organlarında görülür. Yapraklar, taze sürgün ve filizler, salkımın tüm kısımları (salkım iskeleti, çiçek ve daneleri) hastalığa yakalanabilirler. Koşullar uygun olduğu takdirde, hastalık ilkbahardan yaz sonuna kadar her zaman ortaya çıkabilir. Yaz başında sürgünler hastalanıp kurudukça asma gıdasız kalır, beslenemez ve bu nedenle ertesi yılın sürgünlerini oluşturacak gözleri doğuramaz. Bu nedenle mildiyö yalnızca o yılın ürününü etkilemekle kalmaz, asmayı zayıflatıp zamanla ölüme bile sürükleyebilir. Aşağıda asma organlarına göre hastalık belirtileri verilmiştir.
Yapraktaki belirtisi:
Yaprakta önce hastalığın tipik belirtisi olan yağ lekeleri görülür. Asma yaprağı ışığa tutulduğunda lekeli kısımların sanki yağ damlamış gibi ışığı daha iyi geçirdikleri görülür. Bu durum patojenin yaprak dokusundaki, klorofili tahrip etmesi sonucu ortaya çıkar. Başlangıçta sarımtırak renkli bu lekelerin altında ve yağışlı yüksek nemli günlerde beyaz renkli bir fungal örtü oluşur. Bu örtü fungusun sporangium taşıyıcıları ve sporangiumlardan ibarettir. Taşıyıcılar stomalardan, bazen 4-5i bir arada olmak üzere çıkarlar. Bunların uzunluğu 0.8-1.2 mm kadardır. Taşıyıcılar dallıdır ve her dal ana eksene bir dik açı yapar. Yan dalların uçları da genellikle 3 dalcığa ayrılır ve her dalcık limon biçimli bir sporangium taşır.
Lekeler 4-5 gün içinde genişlerler ve sonunda yaprak damarları tarafından sınırlandırılırlar. Lekenin çevresinde belirgin bir kenar yoktur, onun yerine dokuya tedrici bir geçiş görülür. Lekelerin rengi zamanla koyulaşır, kahverengileşir. Bir süre sonra ise leke tamamen kurur. Yaprakta çok sayıda leke oluşursa yaprak kurur ve dökülür, asma yaprak kaybı sonucu çıplaklaşır. İlk lekeler oluştuktan soma yağışlar kesilir, hava orantılı nemi düşerse fungal örtü görülmez, yaprakta sadece kuru bir leke belirir. Bu durum ise hastalığın zamanında tanısını güçleştirir.
Yapraklar gelişmelerinin her döneminde hastalığa yakalanabilirler. Ancak olgun, sertleşmiş yaprakların hastalığa yakalanma şansları daha azdır. Bu yapraklarda sadece leke görülür. Fungal örtü oluşmaz. Ancak bu yapraklarda etmenin kışlık sporları olan oosporları üreyebilir. Yaprak infeksiyonları salkım infeksiyonları için gerekli olan inokulumu ürettikleri için önemlidirler.
Plasmopara viticola – Hastalığın yapraktaki belirtisi || Yaprağın ön yüzü (Sol), yaprağın arka yüzü (Sağ)
Sürgündeki belirtisi:
Sürgünler henüz bir karış iken üzerlerindeki yapraklarla birlikte hastalanabilirler. Sürgün uçları kalınlaşır, kıvrılır ve çoban asası gibi bir görünüm alırlar. Bunlar üzerinde etmen sporlanabilir zamanla kahverengi bir renk alır ve kururlar. Patojen taze çubuğun üzerine yerleştirildiğinde iletim demetlerine kadar inerek beslenir. Böyle çubukların üzerinde eliptik lekeler görülür. Bu çubuklar yeterince gelişip yedek besin biriktiremedikleri için kış geldiğinde soğuklara dayanamayıp kururlar.
Çiçek ve Salkımdaki belirtisi:
Mayıs ve Haziran ayında oluşan çiçek ve taneler hastalığa yakalanmaya hazır durumdadırlar.
Fungus çiçeği istila ettiğinde onları kısa zamanda kurutup dökülmelerine yol açabilir. Bu yüzden ürün daha doğmadan yok olur. Arada kurtulabilen daneler geliştiğinde ortaya seyrek taneli salkımlar çıkar. Koruk dönemindeki tanelerin üzerinde bulunan mum tabakasının etmenin dokuya girişini önlediği sanılmaktadır. Bu nedenle taneler olgunlaştıkça infeksiyonlardan kurtulma şansları artar. Ancak bunlar yine de salkım iskeletine bağlandıkları yerden infekte olabilirler. Olgunluk dönemine doğru hasta taneler su kaybına uğrayarak buruşur ve büzülürler. “Meşinleşmiş” bir görünüm alırlar. Bu da hastalığın tipik bir belirtisidir. Beyaz üzüm çeşitleri meşinleştiklerinde esmer, kırmızı üzüm çeşitleri ise lacivert bir renk alırlar. Bunlarda çatlama görülmez.
Fungus salkım ve çilkim saplarını da yakalar ve bunlar üzerinde fungal örtü oluşturur. Bu saplar hipertrofiye uğradıklarından normal olanlara göre daha kalındırlar. Hasta taneler ve çilkim sapları kolayca dökülürler ve geriye kahverengi bir iz kalır.
Nasıl bir fungus (mantar)’dır ?
Etmen obligat bir parazittir. Ancak canlı bir dokuda beslenir ve üreyebilir. Etmenin bölmesiz hifleri (8-10 mm) konukçu dokusu içinde hücreler arasında yayılır ve 4-10 mm çapındaki küresel emeçlerini hücre içine göndererek beslenir.
Etmenin eşeysiz üremesi elipsoid, renksiz ve 11×14 mm çapındaki sporangiumları ile gerçekleşir. Sporangiumlar sporangioforlar üzerinde oluşurlar ve stomalardan dışarı çıkarak fungal örtüyü oluştururlar. Sporangiumlar çimlenme özelliklerinden dolayı bir “konidium” gibi davrandıklarında bunlara konidium adı da verilebilir. Her sporangium 1-10 adet, çift kamçılı 6-8×4-5mili mikron çapında zoospor oluşturur. Zoosporlar sporangiumu sporangiofora bağlayan noktanın karşısına denk gelen papilladan dışarı çıkarlar. Bunun yanında sporangium çeperini herhangi bir yerden delip dışarı çıkmaları da mümkündür. Zoosporlar esas olarak tek bir nukleusa sahiptirler. Farklı zoosporların çimlenmesiyle oluşan çim borularının konukçu dokusunda protoplazmik füzyon sonucu heterokaryotik miselyum meydana gelir.
Eşeyli üreme yaz başlarında, hif uçlarının uzamasıyla oluşmuş antheridium ve oogoniumların birleşmesiyle gerçekleşir. Oogoniumun döllenmesi sonucu 20-120 mm çapında oospor meydana gelir. Oospor dıştan içe doğru çift membranlı bir kılıf ve dalgalı bir çeperle örtülmüş durumdadır. Oosporlar yaprakta veya herhangi bir dokuda oluşabilirler. Kış koşullarına dayanıklıdırlar. Yaprağın her milimetresinde 200 kadar oospor bulunabilir. Buna göre bir yaprakta onbinlercesi mevcut olabilir. İlkbaharda oosporlar serbest su ortamı ve diğer koşulları bulduklarında 1 veya bazen 2 adet ince 2-3 milimikron kalınlığında çeşitli uzunlukta çim borusu oluşturarak çimlenirler. Çim borusunun ucunda armut biçimli bir sporangium (28-36 mili mikron), onun içinde ise 30-60 kadar zoospor oluşur.
Mantar nasıl yaşamaktadır ?
Fungus kışı esas olarak yere düşmüş yapraklarda oospor formunda geçirir. Ancak gözler içinde veya Ege Bölgesi gibi kışları ılık geçen bölgelerde yeşil kalan yapraklarda miselyum formunda yaşamını sürdürmesi de mümkündür. Oosporlar nemli toprağın üst kısımlarında daha uzun süre canlı kalabilirler ve sıcaklıktan pek etkilenmezler, Bu sporlar toprak sıcaklığı belirli bir dereceye (8-11 °C) erişir erişmez su içinde meydana gelen zoosporlar sıçrayan yağmur damlaları vasıtasıyla çevreye yayılırlar ve taze, yeşil, yaklaşık 1 karış boyundaki asma sürgünleri üzerine ulaşırlar. Yaprak yüzeyi ıslak ise bu sporangiumların içinde 30-60 kadar zoospor oluşur ve bunlar yukarıda açıklandığı gibi sporangiumu terkedip kamçıları sayesinde suda yüzmeye başlarlar ve bir çim borusu oluştururlar. Bu olay bir saat içinde meydana gelir.
Çim borusu bir stomaya rastladığında stomadan yaprak dokusu içine girer. Böylelikle ilk infeksiyon (primer infeksiyon) başlar. Çim borusunun yaprak dokusu içinde oluşturduğu hifler hücrelerarası boşlukta yayılıp, hücre içine emeçler göndererek beslenirler (yağ lekesinin oluşumu). Bir süre sonra, koşulların uygun olması halinde (yüksek nem, yağış) lekelerin altında fungal örtü meydana gelir. Bu örtü içinde doğan sporangiumlar rüzgar ve yağmur aracılığıyla başka yaprakların üzerine taşınırlar. Bu yaprakların üzerleri ıslak olduğundan sporangiumlar zoospor oluştururlar, bunlar da yapraklarda yeni infeksiyonları oluştururlar (Sekonder infeksiyonlar). Bu durum koşullar uygun olduğu sürece bütün yaz boyunca devam eder. Mevsim sonuna doğru sporangium oluşumu yavaşlar, bunların yerine kışlık zoosporların üretimi başlar. Kışı ılık geçen bölgelerde fungusun miselyum formunda kışlaması da mümkündür.
Ekolojik Koşulları nelerdir ?
Toprağa düşmüş yapraklar içinde bulunan oosporların çimlenmesi minimum 8-11 °C, optiumum 18-20 °C’de gerçekleşir. Bu esnada toprakta yeterli nem mevcut olmalıdır.
Yaprak yüzeyine ulaşan sporangiumların çimlenmeleri sıcaklığa bağlıdır. Çimlenme 20-27 °C’Ier arasında 1 saat sürer. Çim borusu ise bu sıcaklık sınırlan içinde 3-10 saat içinde oluşur. Çimlenme için diğer önemli bir koşul yaprağın ıslak kalma süresidir. Bu süre asgari 4 saat olmalıdır. Ayrıca yaprağın en az 2 cm çapa ulaşmış olması gerekir, çünkü daha küçük yapraklar da açık stoma bulunmaz.
Yaprağın alt yüzeyi infeksiyonlar için daha uygundur, çünkü yaprağın alt yüzeyinde daha çok stoma bulunur. Aynca su damlaları yaprağın alt yüzeyinde daha iyi tutunurlar ve kurumadan daha uzun süre kalırlar. Bu nedenle infeksiyonlar daha çok yaprağın alt yüzeyinde görülür. Ancak sürekli yağışlar hastalık için uygun değildir. Çünkü yaprak sürekli yıkanır ve sporlardan temizlenir. En iyisi hafif yağmurlar ve sabaha doğru oluşan çiğdir.
Etmenin inkubasyon süresi yaprak yaşı, çeşit, hava nemi gibi faktörler yanında çevre sıcaklığı ile direkt ilişkilidir. Genel olarak belirli bir seviyeye kadar sıcaklık arttıkça inkubasyon süresi kısalır. Bu süre 15 °C, 20 °C ve 25 °C sırasıyla 8-9.5 ve 4 gündür. Hava sıcaklığı 30 °C’yi aştığında fungus ölür. 6 °C’nin altında ise yaşam fonksiyonlarını durdurur.
Yaprakların altında fungal örtü oluşması için en az 12 °C sıcaklık ve %70 orantılı hava nemi gerekir. Bazı kaynaklara göre orantılı hava nemi %98-100 olmalı ve bunun yanında en az 4 saatlik bir karanlık dönem gerekmektedir.
Optimal sporulasyon sıcaklığı ise 18-22 °C’dir. Sporangiumlar taşıyıcılarından ara çeperin erimesi sayesinde koparlar ve bu olay için hava nemine gereksinim vardır. Kopan sporangiumlar rüzgar aracılığıyla nemli organ yüzeyine eriştiklerinde zoospor vererek çimlenirler. Zoospor oluşumu için optimal sıcaklık 22-25 °C’dir. Optimal koşullarda çimlenme ile penetrasyon arasındaki süre 90 dakikadan azdır. Sporangiumlar çoğunlukla gece oluştuklarından infeksiyon sabah erken saatlerde cereyan eder. Güneş doğdukdan sonra birkaç saat güneş ışığına maruz kalan sporangiumlar aktivitelerini kaybederler.
Hastalığı teşvik eden faktörler
Mildiyö, toprağın, havanın ve konukçu bitkinin nem miktarını arttıran her türlü faktör tarafından teşvik edilir. Bu nedenle epidemilerin oluşumunda tayin edici unsur yağmurdur. Sıcaklık yalnızca hastalığın oluşumunu hızlandırır veya geciktirir. En ciddi epidemiler ılık ve yağışlı geçen bir kış, arkasından yağışlı bir ilkbahar ve 8-10 gün aralıklarla sağanak yağış olan yaz aylarında oluşurlar. Bu koşullar oosporların (yani hastalığa sebep olan üreme hücresi) canlı kalmasını, ilkbaharda yağmur alarak sporlanmalarını ve hastalığın bağda oluşup yayılmasını kolaylaştırır. Aralıklarla gelen yağmurlar ise taze, yeni sürgünlerin oluşumunu ve dolayısıyla infeksiyonu teşvik eder.
Hastalıkla Mücadele:
Kültürel önlemler
Fungusun yayılması için yaprağın ıslak kalması çok önemli olduğundan bağdaki nemin hızlı bir biçimde ortadan kalkması önemli olduğundan bağdaki nemin hızlı bir biçimde ortadan kalkmasını sağlayacak bazı önlemler savaşımda yardımcı olabilir. Toprak drenajı, uygun terbiye sistemi, asmayı tele alma, obur sürgünleri çıkarma gibi uygulamalarla bağdaki nem azaltılabilir. Bunun yanında inokulum kaynağı oluşturan bitki artıklarının uzaklaştırılması, hasta sürgün uçlarının budama ile çıkarılması gibi önlemlere de başvurabilir. Ancak bu önlemlerin bazılarının uygulanması zor, bazıları ise yeterli değildir.
Alt yüzleri tüylü olan çeşitler ile bazı Amerikan çeşitleri hastalığa dayanıklıdırlar. Bu dayanıklılık “aşırı duyarlılık” reaksiyonu sayesinde ortaya çıkar. Penetre edilen konukçu dokusunun hızlı ölümü sonucu etmen beslenmez ve gelişmez, hastalık da oluşmaz. Yaprak alt yüzleri tüylü çeşitlere örnek olarak Yapıncak, Çavuş, Pembe, Keçimemesi gibi yerli çeşitler vardır. Bunun yanında geç uyanan çeşitler de hastalığa daha az yakalanırlar. Henüz ıslah yoluyla dayanıklı bir asma çeşidi elde edilip üretime verilememiştir.
Kimyasal Savaş
Mildiyö epidemisi riski altında olan bölgelerde en önemli etkili yöntem ilaçlı savaşımdır. Fungusun çok kısa sürede üreyip epidemi yapması olasılığı var olduğundan kimyasal savaşın esas olarak ”koruyucu ilaçlama” şeklinde yürütülür. Sistemik olmayan yüzey kimyasalları; bakır tuzları, dithiocorbanatlar ve phthalamideler koruyucu fungusit olarak etkilidir. Bu kimyasallar fungusun özellikle zoosporlarının çeşidi yaşam mekanizmalarını engelleyerek etkili olurlar. Fungus bu kimyasallara karşı dayanaklılık oluşturmaz. Bu ilaçlarla kaplanan organ yüzeyleri 7-10 gün kadar korunur.
CymoxaniI sistemik olmayan ancak dokuya nüfuz edebilen spesifik bir mildiyö ilacıdır. Bu bileşik organa nüfuz ettiğinde birlikte atıldığı sistemik olmayan yüzey fungusitlerinin etkinliklerini de sinergistik olarak artırır. Bununla birlikte cymoxanil’in esas avantajı infeksiyonun 2-3 gününe kadar tedavi edici bir etkiye sahip olmasıdır.
Sistemik olarak 2 fungusit grubu mildiyöye etkilidir. Bunlar fosetyl aleminium ve phenylamidlerdir. Bu bileşiklerin 3 önemli avantajı vardır;
1. Yağmurla yıkanmaz,
2. Tedavi edici etkileri vardır,
3. Atılmalarından sonra oluşan bitki dokuları da korunur. Kullanılma sıklıkları 14 gün ara ile olabilir.
Phenylamid’ler çok etkili ilaçlardır. Ancak etmen bunlara karşı dayanıklılık oluşturabilir. Fransa’da, Güney Amerika’da, İsviçre’de ve Uruguay’da 1981 yılından itibaren bu gruba karşı dayanıklılık oluştuğu bildirilmektedir.
Dayanıklı olan ırkların rekabet güçleri duyarlı olan ırklara göre daha azdır. Bu sonuçlara göre phenylamid’lerin en az bir sistemik olmayan fungusit ile birlikte ve yılda en çok 2-3 kez kullanılmaları önerilmektedir.
Koruyucu ilaçlamalara genel olarak sürgünler 25-30 cm uzunluğuna eriştiği ve günlük ortalama hava sıcaklığının 18°C orantılı hava neminin ise %70-80’e ulaştığı günlerde başlanmalıdır. Burada hastalığın görülmesi beklenmez. Daha sonraki ilaçlama tarihlerinin belirlenmesinde ilacın etki süresi ve hava koşulları dikkate alınır.
Bağ mildiyösü gibi epidemi yapma olasılığı yüksek hastalıklarda gereksiz ilaçlamalardan kaçınmak ve böylelikle daha az bir masrafta ve çevreyi daha az kirleterek mücadele yapabilmek için bir erken uyarı sistemi geliştirilmiştir. Bu sistem epidemi koşullarının her zaman mevcut olduğu Almanya gibi bazı Avrupa ülkelerinde halen yürütülmektedir. Ülkemizde Ege Bölgesi gibi önemli bir bağcılık kapasitesine sahip yöresinde de erken uyarı sisteminin esaslarının belirlenmesi ve uygulanması konusunda çalışmalar yapılmaktadır. İklim koşullarının çıkışı için her zaman uygun olmaması nedeniyle sistemin oturtulması ve yürütülmesinde gecikmeler olmaktadır.
Plasmopara viticola – Salkımda Belirtileri
Plasmopara viticola – Yaprakta Belirtileri
Yazılarımızdan haberdar olmak için
Abone olmak istermisin ?
Kaliteli yazılarımız ve fotoğraflarımızdan ilk sizin haberiniz olsun !
Bitki koruma ailesine katıldığınız için teşekkür ederiz.
Bir şeyler yanlış gitti sanırım 🙁
Çok güzel anlatım.